23 Mart 2017 Perşembe


Cumhurbaşkanlığı Sistemi

Yönetimde ikilik ve istikrarın sağlanmasının yanında getirilmeye çalışılan sistemin en önemli amaçlarindan biri parçalanmanın önüne geçip kutuplaşmaları asgariye indirmektir. Geçen aylarda gerçekleştirilen Amerika başkanlığında yarışabilecek parti sayısı 6 bizde bir seçim oluyor yarışabilecek parti sayısı 96! 96 parti demek 96 parçaya bölünmüş bir millet demek. Arkadaş bu gavur kendi uyguladığı sistemi neden bizde uygulanmasını istemiyor bir düşündük mü?

Devlet Bahçeli...

Bahçeli, sandığımız gibi Erdoğan'ın peşine koltuk kapma gibi küçük hesaplar için ya da ihanet içinde bulunan bir lider olarak takılmadı. Eğer Bahçeli ak partiyi güçlendirmek için çıkarılmış bir proje olsaydı Türkeş in eceliyle ölmesi beklenmezdi,bu tür oyunları düşünen bir sistem Türkeş in yada başka bir Allah kulunun gözünün yaşına bakmazdı, ki yakın tarihe kadar bir çok örneğini yaşadık. Artık geri planda çalışan "DEVLET" gerçeğini kabul etmek lazım.dün Alparslan Türkeş de bu devletin adamıydı,bugün bahçeli de,ikisi de Türk devlet bekası için aynı mücadeleyi veriyor.Bunu şuradan anlıyoruz;Hani deniyorya devlet bahçeli Erdoğan'a sövüp sayarken birden n'oldu da yanına geçti,Kesin kandirildi vs. Bahçeli meydanlarda Erdoğan'a sallarken Aslında geri planda çalışan "Devlet" mekanizmasından aldığı talimatlarla yine "devlet"in istediği Erdoğan'ı adım adım başkanlığa taşımak için neler yaptı hiç düşündük mü?
-2002de koalisyonu reddedip Erken seçim kararıyla Erdoğan'ı siyasete yeniden döndürdü
-2007'de Abdullah Gül'ü AK Parti ile bir olup Çankaya'ya taşıdı.
- En kritik tezkere dönemlerinde iktidarın yanındaydı.
- Meral Akşener'i muhalefetin C.B adayı olmasını engelleyip,Ekmeleddin'i aday gösterdi.

- 7 Haziran sonrasında CHP ve HDP ile koalisyonu reddedip AKP'yi tek başına iktidara taşıdı.

7 Mart 2017 Salı

Selman Kayabaşı'dan

"Devletimiz battı" vs gibi karamsar laflar boş. Bu devlet kuruluşunu yeni tamamlıyor. Türk imparatorluklarında olanın aynısını yaşıyoruz..
'Selçuklu'nun kuruluş sürecinde Batıni-Haşhaşi tehdidi neyse, Osmanlı'nın 100. yılında Ankara hüsranı nasıl yaşandıysa şimdi aynı sancıdayız. Kötü bir sürece girdik, bu süreci daha ağırlaşarak yaşamaya devam edeceğiz. Ama 1402'den 1453'e geçişi hiç unutmayacağız(Selman KAYABAŞI)

!!!

Nurtopu gibi bir şarlatan cemaat(!!!)imiz daha oldu: Furkan Vakfı & Alpaslan Kuytul(inceleyiniz)
Muhafazakar bir insan olarak cemaat olayına karşı değilim,tekkelerin bu ülkenin kuruluş ve kurtuluşunda maddi manevi katkılarını biliyorum ama Atatürk'ün tekke ve zaviyeleri niye kapattığını şimdi daha iyi anlıyorum. Sen en iyisini bilirsin Allahım!
Ama hükümetin de cemaatleri vakiflastirarak dış güçlerce kullanilan cemaatlerin(!) faaliyetlerini gözlemleme ve kontrol altında tutma girişiminde bulunacağını duydum, isabet olur.

!!!

Destici FETO üyesi değildir ancak Muhsin Yazıcıoğlu'nun itibarını FETO'ya peşkeş çekmiştir.(Yavuz Ağıralioglu)
Söylemeye çalıştığımız şey tam olarak buydu aslında. Ancak Meral Akşener konusunda bu kadar bile iyimser olamayacağım!
Kaşif KOZİNOĞLU... Emekli asker. Aynı zamanda Mit Müsteşarlığının Asya Bölgesi sorumlularından(ki asya bölgesi fetönün en aktif olduğu bölgedir). Son olarak Hakan FİDAN tarafından baş müşaviri olarak tayin edilmişken Oda TV davasından içeri alınan ve şüpheli bir şekilde hayatını kaybeden devlet adamı.
Onun da bildiği birçok şeyden dolayı öldürüldüğü şüphesi kuvvetli. Hapishanede geçirdiği son günlerinde ele aldığı bazı notları kitaplaştırılmıştı. Orda geçen bir ifade;
"Tayyip Erdoğan ile Fetullah Gülen aslında birbirlerini başından beri sevmiyorlar."
Şimdi insanın aklına şöyle bir senaryo geliyor; 1970'li yıllardan beri devlete sızan bu örgüt, RTE göreve gelene kadar çoktan devlet kadrolarında stratejik noktaları ele geçirmişti.
(Bu tezgahın çoktan kurulduğunu en somut örneğini 17-25 Aralık olaylarından sonra örgütten ayrılan eski STV spikerinin verdiği demeç ortaya koyuyor: "1990'lı yıllarda biz yurtlarda kalırken abiler gelirdi ve bize falanca kişinin rüyasına bir mübarek girmiş bu soruları vermiş bunlara çalışın deyip üniversite sınavı sorularını verirlerdi." diyor.)
RTE göreve gelir gelmez bunlarla savaş açmadı, açamazdı, açsaydı mücadele başlamadan biterdi. Düşünsene şimdi bunları yapan örgüt o zaman daha toy olan hükümete ne yapmazdı! RTE hemen bunların tekerine çomak sokup dikkat çekmemek adına bunların kurumlara sızmasına göz yumdu. Tabi bu süreçte kendi güvenebileceği kadrolaşmayı da sağladı. Ne zaman ki bunlarla savaş açabilecek gücü bulduğunu hissetti o zaman "dersaneleri" bahane ederek savaşı başlattı.
Ben olayları böyle okudum. Aşırı bilim kurgu mu oldu yoksa?!
Benim siyasete bakışım odur ki isimlere takılmamalıyız, RTE'yi dün aşırı sert bi şekilde eleştiriyor olabiliriz, perde arkasında gelişen birçok olaydan habersiz olduğumuz için eleştirmemizde bir anormallik yok. Ama şafak söküp ortalık aydınlığa kavuşup gerçekler ortaya çıktığında da gurur yapmayı bırakıp o kişinin arkasında durmamız vatanseverliktir, şerefsizlik değil! İsimler gelip geçicidir, Hakk dava bakidir.

Destici!

Muhsin Yazıcıoğlu'nun Alperenleri vatan ve din için gözünü capaktan sakinmayan, ülkenin değerlerinin ve maneviyatının mevzu bahis olduğu konularda sözde değil özde mücadele veren, vatan çıkarlarını şahsi menfaatlerinin önünde tuttuklarina mutlak kanaat getirdigim, sayıca az ama ülke mevzularında birçok kalabalıkların yapamadığı etkiyi yapan önemsenmesi gereken bir gruptur. En sonki meydan muharebesinde de sessiz soluksuz en öndeydiler. Alperenlik ruhunu özümseyememiş, oy için fetodan medet uman Destici ve ekibi daha partiye gelir gelmez mevcut Alperen Ocaklari Genel Başkanı'nı darbevari bir şekilde indirerek Alperenleri ikiye bölüp bugünkü icraatlarına teminat oluşturmuştu!

Anadolu insanının vatan sevgisi...

"Vatan" olgusu toprağa yakın, toprakla haşır neşir insanlarda daha çok oluyor. Anadolu insanindaki vatanseverlik de burdan mı geliyor acaba 😊

ÇELIK ÇEKIRDEK, ÇATLI VE ERDOĞAN!

ÇELIK ÇEKIRDEK, ÇATLI VE RTE!
"Hani hakkında çok şey konuşulup da aslında hiçbir şey bilinmeyen adamlar vardır. Güçleri ülke sınırlarını aşmış,ve karanlık odakların köklü projelerine el atınca ortadan kaldırılması elzem olan adamlar. Ölüm haberi gelene kadar kimsenin ağzına alamadığı, hileye tutulunca da derin devletin kullandık dediği adamlar. Ülkeye ihaneti meslek edinenlerin hoşlanmadığı, Özal gibi, Kahveci gibi, vali Yazıcıoğlu gibi, gördüğü adamlar. Yani Türkiye’nin yakın tarihi, hatta tarihe dokunan insanların seyri değiştirmedeki zevk alış şekli. Daha da bizim dilimizle faili meçhul serisi.
Başlıyoruz
Susurluk kazasından sonra herkesin adını ezberlediği Abdullah ÇATLI namı diğer ‘REİS’ . 40 yıla sığdırdığı ömrünü Türkiye de ki diğer reisler gibi hazin, görkemli ve ardında yarım kalmış projeler bırakarak tamamladı. Hayatta iken fotoğraf çektirmek için sıraya giren ünlüler susurluktan sonra tanımıyoruz kampanyasına dahil oldular. Bazı şer odakları neredeyse Adnan Menderesin idamını bile Çatlı organize etmiş diyecek konuma gelmişti. 80’lerin günah keçisi seçilen, Türkiye’yi ihtilal’e sürükleyen yegâne adam olarak anıldı. Hâlbuki Nevşehir ‘in genç ülkücüsü Ankara da öyle bir kavganın içine düşmüştü ki, geriye geçmişinden hatırlamaya değer hiçbir anısı kalmamıştı. 1977 yılının mayıs ayından önce sanki bir hayatı olmamış. Evliliğine, çocuklarına kalaycı Mehmet amcanın hayatına dair tutulan kayıtların hiçbir anlamı kalmamıştı.
Peki, ne olmuştu o yıllarda?
Ankara ülkücüleri yapılanlara sert karşılık vermeye başlamış, sansasyonel eylemlere imza atmıştı. Çok sayıda yandaşını gözlerinin önünde kaybeden bu gençler, yaptıkları ve yaptıkları söylenen her şeyi üslenmişlerdi. Bu gün bile o yılları ansak Ağca, Çatlı, Kırcı desek aklımıza hemen 7 Tip’li, Dr Bedrettin Cömert, Abdi İpekçi suikastları gelir. Peki, neden 3000 civarında kör pusuda öldürülen ülkücüler gelmez. Geçmişin bu yönünü çok irdelemeyeceğim. Zaten algıyı yönetmek böyle bir şeydi. İki tarafında ciddi kayıp verdiği bir savaş, bu savaşı derinleştirdiğini iddia ettiğimiz ülkücüler.
Öyle büyük şaşalı heybetli olmayan bu Anadolu gençleri, Sivas Şarkışla’dan, Amasya Taşova dan gelip, öğrenci oldukları Ankara da Türkiye’nin tarih sahnesine çıkacak eylemler yapmış . Ya da yapılmaya hazır olan eylemlerin isim babası olmuşlardı. Bu karanlık dehlizler mecliste kurulan onlarca komisyona rağmen aydınlatılamamıştı.
Buradan sonra iki konuya dikkatinizi çekeceğim sonra karar sizin.
Birinci konu…
Sene 1930 hikaye bu ya!
İstanbul defterdarlığına gelen tuhaf bir talimat Osmanlı dönemine ait 1,5 milyon evrakın yakılarak ortadan kaldırılması için emir verir. Lozan da ve Sevr de aldıklarından memnun olmayan uzun bacaklı, bir rivayete göre milli şefe bu emri verdirir. O an yakma yeri belli olmamakla beraber evraklar sirkeci garına gönderilip vagonlara yüklenir. O kadar evrak artık kaç vagon aldıysa. Haydar paşa garında toplanan evraklara enteresan bir şekilde Bulgar bir yetkili, yakılması için talip olur. O dönemki hükümet yetkililerini ikna edip kendi hükümeti olan Bulgarlar adına satın alır.
Şimdi burada bir parantez açmam lazım.
Tarihi yukarda verdim yazılı, emri verende tahminen biliniyor. Nasıl bir güç zehirlenmesidir ki, resmi kayıtları, fermanları, ülkeler arası yazışmaları, soyadı kanundan önceki etnik kimlikleri, Nüfus kütükleri, hangi Yörüklerin konup göçtükleri, yurt dışından gelen göçmenlerin nereye yerleştikleri, yani nerdeyse Osmanlı diye verdikleri evraklar yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinin kılcal damarları. 600 yıllık bir hanedanın tüm resmi kayıtları. Bu önemli arşivi Bulgarlara verecek kadar ne içmiş olabilirler. Tekrar soruyorum bu nasıl bir güç zehirlenmesi. Bu bilgilerin bizde kalanını da kozmik odada gizli olduğunu var sayarsak, hani şu haşhaş ilerin girdiği kozmik oda. Bizim bilinmeyen hiçbir gizemimiz kalmamış mı oluyor yani?
Devam edelim.
Bulgar hükümeti bu evrakları tekrar hamurlaştırmak için bir kısmını satın alır. Sirkeci garına giderken kamyonlar hiçbir önlem almadığı için bir kısmı uçar, bunlar da halk tarafından toplanır.
Evet, şimdi keşke yan yana olsaydık da sizinde de düşüncelerinizi alabilseydim.
Buraya kadar anlattık, şimdi tez şu…
Bulgarlar tercüme ettirmek için Osmanlıcası iyi olan bir gurup adamı evraklar üzerinde çalıştırdılar. Ayrıntılarda ki gizemi çözdükten sonra, artık bizimle alakalı yeterince bilgi sahibi olduklarını biliyorlardı. Bulgar derin devleti bu bilgileri doğru zamanda kullanmak için beklemeye başladı. Bu bekleyiş tam 40 yıl sürdü.
Devam edelim
70 yıllara gelindiğinde iki kutuplu bir sistem yürürlükteydi. Dünyanın jandarması konumuna gelen ABD, solculuk akımının yükseldiği Türkiye den rahatsız olmuştu. Soğuk savaş dönemiydi ve haklı olarak rakibi olan Sovyetler güçlensin istemiyordu Sanki bu günler gibi deyilmi. Sahneyi gözleriniz de bir daha canlandırın. Arkada Rus ve Türk bayrakları, önde devlet başkanları olan bir fotoğraf . ABD hemen ihtilal yaptırırdı dimi. Öylede oldu!
Her cenahta süren mücadele ülkemizde de devam ediyordu. Bu rahatsızlıktan haberdar olan Bulgar derin devleti, bilginin para edeceği dönemin geldiğine karar verdi. Nüfus kütüklerini çevirim esnasında yakın 100 yıl içerisinde oluşmuş kahramanlıklardan dolayı öne çıkmış aileleri buldular. Nasıl yani mi diyorsunuz. Ermeni aileleri buldukları gibi , sebataist aileleri buldukları gibi. Yani ABD hiç beklemediği bir anda bizim gen haritamıza sahip olmuştu.
Konuyu çok dağıtmayacağım.
Ülkede hızlı bir şekilde anti komünist hareketler başladı. Bunların karşısına konulmuş en büyük hamlede milliyetçi isimlerin müdahale gücünü arttırmak dan geçtiğini biliyorlardı. Bir misyon hareketi gerekliydi, birde kitleleri peşinden koşturacak adamlar. İsimler, dedelerinin kahramanlıklarından, ailenin devlete geçmişte yaptığı hizmetlerinden tespit edilmişti. Yani Çatlıya, Kırcıya, Ağca ya, bu işlerin altından kalkarlar demelerinin sebebi nüfus kütüklerindeki notlara göre daha önce atalarının kalkmış olmalarıydı . Hem de kendilerine isimlerini veren ,kulaklarına ezanlarını okuyan ataları. Geriye kalan bu arkadaşları Ankara da toplamaktı. Daha 18- 19 yaşlarında temas etmişler ve bu kavganın sana ihtiyacı var diye telkinde bulunmuşlardı. Ankara’ya gidip bu kavgaya karışmak , aileye layık olmak lazım fikri çoktan bünyeye oturmuştu. Bundan sonra onun kahramanlıkları konuşulacaktı. Derin güçler içinse işler yolunda gidiyordu. Artık bizi yönetmek çok zor olmayacaktı, çünkü her şeyi çözmüşlerdi. Yeri gelmişken tekrar söyleyeyim geçen ki kozmik oda mevzusuysa eski bilgileri güncellemek içindi. Yani film bilindik ÇILGIN FETÖ FANATİKLERİ.
İkinci konuya gelince
1977 yılının Ankara’sın da genç ülkücülerin içinden bir REİS yükseliyordu. Ülkü ocakları binasında gidişata nasıl müdahale edileceğiyle alakalı toplantılar devam ediyorlardı. Birbirine sıkı sıkıya bağlı bu arkadaşlar askeri bir nizam da çalışıyorlardı. Efsane general Alpaslan Türkeş bu toplantılara bizzat müdahale ediyor ve yapılması gereken ani müdahaleler için öncelikler belirleniyordu. Ülkenin çeşitleri yerlerind kurulan komando kampları eyleme hazırdı. Ülkücülere destek için kurulan bu kamplarda hızlandırılmış askeri eğitim veriliyordu. Az adamla çok iş nasıl yapılırı öğrenmiş olan bu gençler, hücre olarak yapılanıyordu. Her şey kurallarına uygun işliyor her nokta ayrı planlanıyordu. Beyin takımını kurmuş olan Abdullah ÇATLI ekibini en kötüsüne hazırlıyordu. O kadar usta iş yapılıyordu ki kendi kalite politikalarını belirlemiş ve harekat doktrini yazmışlardı. Hammaddesi kardeş kanı dökmek üzere planlanan sağ sol çatışması yapaydı ve acilen son verilmeliydi. Evet bu oluşumun ilk maddesiydi bu. Tabi bir isimde şarttı. Yarım düzüne adam, yani çekirdek kadro. Birde sağlamlık eklersek çocuğun kulağına ezanı okuyalım.’ ÇELİK ÇEKİRDEK’ bizim adımız bundan sonra bu isimle anılsın dediler. Sonrası mı sonrası büyük eylemler. Kavgayı durdurma çabaları ve boşa giden emekler. Bir keresinde kolluk kuvvetlerin eline düştüler. O zamanda bu oluşumun diğer fikir babası MUHSİN YAZICIOĞLU devreye girdi. Eğer Çatlıyı bırakmazsanız Ankara’nın her tarafında bombalar patlar dedi. ‘ GARDAŞI’ için Ankara’yı yakmaya hazırdı. Sahi bu genç ülkücüler hangi ara TNT kullanmayı öğrenmişti. Bilmiyoruz bilemeyeceğiz de. Sonucunda Çatlı ve ekibinden alınanlar bırakıldı. Akabinde de 80 ihtilal’i de ülkeyi esir aldı. Başbuğ mücadeleyi sürdürecek ekibini ihtilal den kısa bir süre önce Almanya ya kaçırdı. Artık yeni komuta merkezi burasıydı. Farklı fikirlerin çarpıştığı bir gece ortak bir kararla son buldu. TÜRK devletsiz olamazdı. Haritadan seçtikleri KOSTARİKA’yı yeni ‘TURAN’ devleti yapmaya karar verdiler. Planda sığınma talebinden sonra yerleşip orayı işgal etmek vardı.
ŞAHSİ KANAATİM. KOSTARİKA öyle tesadüf seçilmiş bir ülke değildi. Yıllar sonra MUHSİN YAZICIOĞLU’nun bizzat bağımsızlığı için ter döktüğü KOSOVA’yı ilk tanıyan ülke KOSTARİKA olacaktı. Resmi diplomasiyi bir şekilde yönetecek kadar samimiyiz yani.
Ne alaka diye düşünmeyin.
ÇELİK ÇEKİRDEK aynı zamanda MUHSİN YAZICIOĞLU’nun hayallerini de gerçekleştiren ekipti.
Devam edelim.
Bu karardan sonra Çatlı 6 ay boyunca orda kaldı. Hızlandırılmış askeri eğitim için yeterli bir zamandı. Reisliğine birde her türlü kontraya karşı koyabilecek askeri eğitim eklemişti. Neden kontra diyorum? Çünkü bazı basın organları daha sonra İtalyan asıllı kontra lideri Stafane Deele Chiaie ile birlikte ABD yapılan DÜNYA ANTİ KOMİNST BİRLİĞİ toplantısına gittiğini de yazdı. Tabi bir taraftan bu ispata muhtaç bir görüştü.
Devletin her kademesi ÇELİK ÇEKİRDEK örgütünün üyelerini isim olarak biliyor. Kimse bu ekibi düşman olarak karşına almıyor, onlara dair yükse sesle yorum yapmıyordu.
Bu dönemde yurt dışında TÜRK diplomatlara infazlar başladı. İhtilal hükümeti çaresiz kalıyor, meşru yollarla bu işi çözemeyeceğini görüyordu. Çankaya da Kenan EVREN’İN damadı Erkan GÜRVİT başkanlığında yapılan üst düzey toplantıda. Bize yurt dışında çevreyi bilen. Devletle ilişkisi olmayan, rahat hareket eden, ama her şeyden önce ülkesine bağlı,kendi çıkarlarını düşünmeyen, sorun çıkarsa ketum duran insanlar lazım denmişti. Yani tarife göre ÇELİK ÇEKİRDEK. Temsilin en üst kademesi Çatlıya ulaştı. Zaten saklanan da yoktu . Devlet bizzat ASALAYA karşı mücadele edebilecek tek ekibe, Fransa’da gayri resmi kontra teklif ediyordu. Bu teklif ve yapılan 4 adet operasyon MİT kayıtlarında mevcuttur. 4 dedik ama toplamda 26 operasyon yani gayri resmisi daha çok.
Şimdi burada Çatlının neden efsane olduğunun sebebini öğreneceksiniz. Gelen ekibe hemen cevap vermeyen Çatlı ekibiyle yaptığı toplantıdan sonra, bir görüşme ayarladı. Heyette zaten hazır bekliyordu. Ekibin bazı istekleri oldu, olacaktı da. ALPASLAN TÜRKEŞ dahil 12 kişi serbest bırakılacak. Ülkücülere idam acilen durdurulacak. Bu operasyonlar bitince ülkeye girişimiz sorunsuz olarak sağlanacak. Operasyonda kullanılacak malzeme içinse talep olmayacaktı, çünkü eroin ticareti yapanlar tespitliydi buradan geçen para trafiğine müdahalelerde kullanılmak için el koyacaklardı. Her şey tamam diyen iki taraf anlaşmıştı.
Bu olayların içerisinde Çatlı ailesi de rüzgar dan etkileniyordu. Ama hangi ülkeye gidilse hanım ve çocuklar yanında oluyordu. Çatlı İsviçre de yakalandığı sırada evler defalarca aranmıştı. Tüm sıkıntı ve huzursuzluğa rağmen aile bir aradaydı. Aslında bu ayrıntıyı da susurlukta ki kazada ölen Gonca US yakıştırması için yapıyorum. Araçta bulunma sebebi bilinmediği halde kamuoyuna Çatlının sevgilisi diye lanse edenlere yapıyorum. Meral Çatlı incinir diye düşünmediniz tamam. Ya Goncanın ailesi? Yurt dışında ASALAYA karşı mücadele ederken onca riskin altında bile ailesini yanından ayırmayan adam. Türkiye’ye gelince mi ailesini bıraktı. Vicdanlarınıza bırakıyorum.
Devam edelim
Asala operasyonları son bulmuş. Türkiye ve diplomatları derin bir nefes almışlardı. Anlaşma gereği Türkiye’deki tutuklular ve idam olacaklar bu rahat nefesten faydalanmışlardı. Her şey süt liman değildi tabi. Avrupa’daki tüm desteğini kaybeden ve para kaynakları ortadan kalkan ASALA 1982 yılında sahneden çekildi. Bu kararı almadan hemen öncesinde Lübnan’da ASALA ve PKK arasında bir toplantı yapıldı. Ermeniler Türkiye üzerindeki hayallerini bundan sonra PKK ile taçlandıracaktı. Peki bu operasyonu planlayan devlet sonunun böyle bir mücadeleye dönüşeceğini görememişmiydi? Zira devletin başındaki bir paşaydı.
Devam edelim. ANAP hükümeti hortlayan PKK eylemleri karşısında bir hamle yapmak istiyordu. Yıldırım Akbulut döneminden başlayan ÇELİ ÇEKİRDEK hayranlığı onları çatlının kucağına doğru sürüklüyordu. Ama bir sorun vardı. Çünkü Çatlı ve arkadaşları ÖZAL’ı doğu sorunu konusunda birilerine söz vermiş olarak görüyorlardı. Haliyle o hayattayken bu iş olmazdı. Yani kısacası onunla iş yapılmazdı...
PKK Görünmeyen düşmandı, ve sempati kazanmasını engellemek gerekiyordu. Askeri düzende karşılaşsalar sorun yoktu ama gerilla taktiğiyle vurkaç yaparak,şantiye basarak, öğretmen,doktor gibi görevlileri dağa kaldırarak eylem yapıyorlardı. 90 yılların başında devlette bu çapulculara karşı kontragerilla yapılması gerektiğine karar vermişti. Bu işin içinde geçmişte nasıl çıktıkları ortadaydı. Yine aynı ekipten ÇELİK ÇEKİRDEKTEN destek alınacaktı. Avrupa da hareketliliği bu ekiple takip eden devlet, yasaklılar listesindeki isimleri yeni kimliklerle ülkeye davet etmeye başladı. Yeni operasyon PKK !
Ulusal güvenliği ilgilendiren bu konu, en ince ayrıntısına kadar çalışılmasına rağmen. Uygulayıcılarının samimiyetsizliklerinden dolayı, sekteye uğruyordu. MİT bölgeden gelen raporlar doğrultusunda askeriyenin gündemde kalmak için PKK yı yaşattığı kanatindeydi. Bu yüzden hızlı bir şekilde polis özel harekatı kuruldu. Bundan rahatsız olan unsurlar günlerce bu aslanları kötüleyecek haberler yaptı. 90’ların en kanlı teşkilatı sanki polis özel harekatıydı. Hatta ak parti göreve ilk geldiğinde bu birimi düz polis olarak batı illerine dağıttı. İstenilen onların hata yapmasıydı. Ayak uyduramayıp bir çoğu beklentiyi gerçekleştirdi.
3 ay gibi bir kısa görev yapan 53 hükümet ÇATLI’ya yeni bir teklifte bulundu. PKK mevzunu bitirin. Bizde karşılığında ülkücülere itibarını geri verelim. MGK kararların da ülkücüler Türki’ye için tehlikelidir ibaresini kaldıralım. Polis özel harekatı siz yapılandırın. Bölgede OHAL valisiyle çalıştıralım dediler. Teklif cazip gelmişti. Çünkü tüm hazırlıklar 54 hükümete göre yapılıyordu. Eğer bu dedikleri devlet tarafından sağlanırsa ülkücülere itibar PKK’yı temizleyerek verilecekti. Bir taşla çok kuş yani. Uyuşturucu baronları bilindik konuydu. Aralarındaki raconu bile çatlı kesiyordu. Urfa tarafındaki dostlar zaten netti. Özel harekatçıları da üç hilal sevdalıları tarafından oluşturduk mu. Daha ne istesin 15yıllık ağaç şimdi meyve vermeye başlamıştı. Doğuyu artık temizleme vakti gelmişti. Kısa zaman içerisinde 54 hükümet güven oyu aldı. İllerde PKK’ yı telin mitinkleri başladı. Batın doğuya doğru hızla yayılan bu lanetleme kampanyaları bir çok askerimizi şehit verene kadar devam etti. Artık kontra gerilla sahneye inmeliydi. Plansız hiçbir iş yapmayan bu ekip, doğru zamanın geldiğine karar verince temaslarına başladı.
Bucak ailesi üzerinden aşiretleri. AĞAR üzerinden resmi işleri. EKEN üzerinden saha ekibinin eğitimleri. KIRCI üzerinden eski ülkücüleri. YAZICIOĞLU üzerinden askeriyedeki ülkücü genarelleri. SAMİ HOŞTAN üzerinden baronları. KOZAKCIOĞLU üzerinden Ohal bölgesi yetkililerini. KOCADAĞ üzerinden teknolojik silahları. Organize ettiler bölgede PKK ve sempatizanları ağır darbe alacaktı. Alacaktı diyorum askeri içerisindeki jitem uzantıları bu hareketliliği fark etti. ÖZAL döneminde askeriyeye yerleşmiş olan FETÖ terör örgütü üyeleri bu hareketliliği NATO üzerinden bildirdi. Çekiç güç adı altında PKK hamiliğine soyunan NATO bu oluşuma daha hızlı direnç verdi. Ruh ikizi PKK ya destek veren FETÖ terör örgütü istihbarat konusunda kendini ispatladığı için taşeron örgütler listesinde kendine yer bulmuş oldu. Gündemde kalmayı ihtilal ve düşmanlarına borçlu olan askeri hainler ellerindeki tüm bilgileri toplayıp operasyon kararı aldılar. Ve yaptılar, kuranında dediği gibi hileler her zaman müstesna. Akabinde yani 3 KASIM 1996 günü MUHSİN YAZICIOĞLU Sistem geri mecburen REİS olmuştu. Susurluk kazasında 06 AC 600 plaklı aracın içindekiler devlet adına çalışan görevlilerdi. Bu sebep den naaşı TÜRK bayrağına sarıldı. Adi bir suikastla ülkeyi terörden temizleyecek bir ekibin Reisini ortadan kaldırdılar. FETÖ terör örgütünün ilk operasyonu olarak kayıt altına alınan bu olay bu günlerinde ilk başlangıcıydı. Çünkü o gün silah sol arka lambası yanmayan bir kamyondu. Ülke böylece maddi ve manevi harcamalarına devam edecek istikrar beklenmeyecekti. Bu kazanın yaşayan tek tanığı o güne dair hiçbir şey hatırlamıyor. Geriden gelen korumalarsa tanıktan pek bir farkı yok.
Onca komisyon onca ifade ve sonuç!
Hakkında çok şey konuşulup da hiçbir şey bilinmeyen adamların bu milleten alacaklarını kim ödeyecek.
Ve
ÇATLI ailesini arayıp da ancak millet biterse ÇELİK ÇEKİRDEK biter diyen ekibin şimdiki REİS’i kim?"
ALİ TURHAN
Yıllarca "su akar Türk bakar" diyerek dalga geçtikleri ülkemde suyu kullanmaya başlayınca "HES'lere Hayır!" gösterileri duzenlettiler. O zaman da şüpheyle baktığım o marjinal grupların mesrebini şimdi daha net görüyorum 😉
" Artvindeki bu alana neden dünyanın en büyük heykeli yapılıyor?
O dağın altında acaba hangi maden var?
ALTIN madeni olabilir mi? :)
Bilmem ne kadar uzaktan görülecekmis!!!
Peki bu heykelin buraya yapılmasında hangi alman dernekleri destek oluyor?
Peki bu dağın 1 ton toprağında kaç gram altın çıkıyor?
Ve almanyanin dunya borsasinda belirledigi bakır fiyatıni neden Türkiye belirlemesin?
Peki o bölgede sadece altın ve bakırmı var?
Krom,çinko,kurşun gibi madenler
Bu bölge madenler açısından çok zengindir
Yani almanyanin dunya borsasindaki bakir belirleme pozisyonunu bir senede elinden alacak maden cesitleri var orada ve kimse yurt disina hatta sehir disina cikmaz artvinden o kadar cok buyuk maden potansiyeli var orada ve elektirk sorunu asla yok oraya Çoruh nehri uzerine devlet boşuna yapmadi o kadar barajlari ve yollari. Her yere tuneller açtı.
Devlet ordaki madeni tam kapasite cikarabilse almanya ve bati bize muhtac kalir cikan madenin yaninda mutlaka agir sanayi olur bolge olarak da yurt disina yakin Gürcistan azerbaycan rusya gibi ulkelere satilir almanyadan gemi ile gelen bakirmi ucuz olur yoksa yanindaki bakirmi ucuz olur Çin dahi bbizden bakir alir iran gibi orta dogu ulkeleri ve ic pazardada rahatlama olur
20 liraya aldigin bir kilo bakiri 3 liraya mal ederse devlet cari acikda kapanir ve dunya borsasinda bakirin borsa degerini sen belirlersin 500 yillik bakirdan ve altindan bahis var oralarda oldugu söyleniyor
Atatürk heykeli neden oraya dikildi şimdi anladınız mı?
Atatürk heykelini ordan kaldıramazsın
Hemen Atatürk ve devlet düşmanı ilan edilirsin! "
* KGT *
Bu paylasimdan da mana çıkarmak isteyenler , Atatürk düşmanlığı olarak algilayanlar olabilir. Orda dikilen heykelin ismi önemli değil,altında yatirilan kaynaklarımiz önemli. Ayrıca Ata'yi anmak hatırlamak için heykele buste ihtiyaç duyuyorsan ona olan sevgini bi sorgula bence. Atalarımız kendilerini hatırlatacak kadar güzel eserler bırakmışlar zaten.
Not: Kars'taki o ucubenin altı da incelenmeli 

!!!

Devlet baştır hükümet şapka demiş Demirel. Şapkayı beğenmeyip başı koparmaya çalışan o kadar çok sözde milliyetçi var ki,onları dinlerken hayret içinde kalıyorum!

Uyanık olmak lazım!

Ülke içerisinde manasız bir nefret ağı örülmüş, insanlar arasına nifak sokmak adına birçok saçma neden üretilmiş. Mesela aralarında husumet olan birçok komşu şehir var. Benim yaşadığım civarda bildiğim bi Kayseri- Sivas, Malatya- Elazığ, Trabzon- Rize, Ordu - Giresun arasında saçma bir nefret ortamı oluşturulmuş ve bu şehirlerin milliyetçi şehirler olması tesadüf değil heralde. Uyanık olmak lazım 😉

Eğitimcinin Felsefesi...


Cehalet ve Terör!

Halkı cahil bırak, bölgeye gelen yatırımları püskürt, bölgede işsizligi tırmandır. Bölgenin gençlerini geleceğe karamsar baktır, sonra hayattan beklentisi olmayan gençleri dağa çek. İşte PKK'nin bitmek bilmeyen militan ağı! Yetmiyor gibi bi de okullarda terör propagandası yapan sözde öğretmenler, bölgede gerçekleştirilen üniversite ve memurluk sınavları gibi kritik sınavlarda dönen kopyalarla bi yerlere gelen terörist memurlar var. Bu yüzden PKK'ya en büyük darbe okullarda vurulur, vurulmali!

Muhsin Başkan


PISA'nın Gerçekdışı Sonuçları!

Eğitimle alakası olmayan insanların, ülkemizin PISA'da elde ettiği kötü sıralamadan yola çıkarak öğretmenlerle ve eğitim sistemimizle ilgili ahkam kesmelerine daha fazla kayıtsız kalamayacağım. Neremiz doğru ki diyerek savunma yapmayacağım elbette! PISA dediğin saçma ve hiç güvenilir olmayan uluslararası öğrenci değerlendirme sınavına ülkelerin rasgele seçilen okullarindan yine rasgele seçilen bir öğrenci grubu giriyor ve o öğrenci grubunun sınavdaki başarı düzeyi ülke eğitim sisteminin yeterliliği hakkında bize bilgi veriyor!!! Böyle saçma bir değerlendirme metodu yüzünden bir önceki yıl ülkeler arasında birinci olan ülke bir sonraki yıl sonlarda olabiliyor! Evet eğitim sistemimizin bozuk olduğunu düşünüyorum ama bunu bana PISA değil yol ortasında küfür eden,yabancı hayranı, bayanlara taciz ve hatta tecavüzde bulunan gençler,atasını muhteşem yüzyıldan öğrenip dedesinin yolundan gittiğini düşünen sapık nesil söylüyor!!

#KüfreKarşıTürkGibiDuracağız !

Bu ülke ekonomik krizlerle boğuştuğu, diplomatik yönden itilip kakıldığı en aciz olduğu dönemlerde bu kadar saldırıya uğramamıştı, çünkü o zaman karşılarında dik duran, isteklerine karşı çıkan, haram çarkına çomak sokan, devlet gibi bir devlet (onların deyimiyle diktatör) yoktu. Keferenin bu kızgınlığı bile bu ülkede güzel şeyler olduğunun göstergesidir! Tıpkı Ata'mın manda ve himayeye karşı durduğu gibi küfre boyun eğmeyen devletimizin arkasındayız, #KüfreKarşıTürkGibiDuracağız !

Selman Kayabaşı'ndan İbretlik Tespitler

"Maalesef son dönemde Türklük ve eski Türkçülükle ilgisi olmayan yeni tarz bir Türkçülük, İslam ve eski İslamcılıkla hiç bağdaşmayan yeni tarz bir İslamcılık Türkiye’de ve Orta Asya’da zemin buluyor. Bu projelerin sahipleri Türk değil, Müslüman değil. Yıllarca Komünist olduğunu söylediği halde Dolar ile satın alınıp Amerikancılık oynayan bazı (sözde) Solcularımız kadar, Dolar ile Amerikancılık rüyasında yaşayan İslamcılarımız’a geçit vermemek, İslam’ın beşinci şartından sonrasına eklenmesi gereken temel vazifelerimizden biridir."
MÜSLÜMAN OLMAYAN İSLAMCILAR
TÜRK OLMAYAN TÜRKÇÜLER
Üniversitede öğrenci olduğumuz yıllarda ne zaman İran tartışması çıksa ben mutlaka “zındık”, “kafir”, “imanı zayıf” birine çıkarılır, İran’daki devrim aleyhinde yorum yaptığım için bazı muhafazakar ve İslamcı arkadaşların sözlü tacizine uğrardım. Birinci sınıfın yaz tatiline girdiğimiz sene nasip oldu, Romanya’da yaşayan Türkler’e din ve kültür dersi vermek üzere bu ülkeye gönderildim. Tatarlar arasında geçirdiğim üç ayın ardından Türkiye’ye döndüm, Boğaziçi Üniversitesinin girişine yakın simit dükkanındaki o ilk ders gününü hiç unutamıyorum. Arkadaşlara eski topraklarımızdaki Tatarlar’ın Osmanlılar'a düşmanca bakışlarından, eğitim sisteminin tam bir Türk düşmanı yetiştirdiğinden bahsediyordum ki biri, “Neden oraya gittin?” sorusunu sordu: “Neden illa Türklerin arasına gittin?”
Bu soru, sosyal bilimler okuyan İslamcı arkadaşımızın kızdığı bir cümlem üzerine masaya konulmuştu. Cevap beklemiyor, aksine hesap soruyordu. Köstence’de, Tulça’da, Bükreş’te geçirdiğim vakitlerin… Yavuz Sultan Selim’in, Saltuk Gazi’nin camilerinin hikayelerini heyecanla anlattığım cümlelerimin birinde “Türk-İslam meselesi” gibi bir terim geçirmekmiş suçum. Meğer o gün beni aydınlattığı haliyle “İslam’ın Türk’ü, Arab’ı, Fars’ı olmaz”mış.
Oysa Romanya’ya Türk-İslam meselesi için davet edilmiştim ben. Türk-Tatar dernekleri tarafından karşılanmış, köy köy gezdirilmiş, Türkiye’ye istihbaratçılık yaptığı söylenen ağabeylerimizle birlikte ev ev dolaşarak Tatar çocuklarına Türkiye’yi ve İslam’ı anlatmıştık. Gittiğimiz her köyde Suudi Arabistan’ın misyonerlerini görüyorduk. Komünist rejimin kapısına kilit vurduğu hangi camiyi tekrar ibadete açmak istesek karşımızda Suudi teşkilatlar bitiyordu. Sonraki yıllarda Rumeli’nin birçok şehrini ve köyünü gezdim: tekkelerine, camilerine, köy evlerine, kahvehanelerine selam verdiğimde Suud gölgesinin her yere düştüğünü gördüm. Saraybosna’da, Mostar’da, Üsküp’te, Tiran’da…
İran’ı eleştirdiğimiz için bizi zındık gören arkadaşlarımız, Boğaziçili arkadaşlarımız, Ak Parti’nin kadro ihtiyacını fırsat bilerek devlet kurumlarına girdiler, adım adım yükseldiler de. Onların paralelinde ilerleyen ikinci bir sınıf da Suud hayranı muhafazakar öğrencilerdi. Her ikisinin ortak yönü, mis gibi kokan Selçuklu ve Osmanlı kültürüne, estetiğine, diline, zevkine düşman olmalarıydı. İslamcılardı, İran’a methiye düzdükleri dumanlı tütün partilerinde Türkiye’yi yeri geldiğinde kafir rejim olmakla suçluyorlardı.
Heyhat!
Bu pespaye zihniyet son aylarda İran’ı karalamaya, onu karalarken kendisini beri tarafta, bizim yanımızda bırakmaya çalışıyor. Ben, inandığım dinin kaidelerine göre İran kadar bu pespaye zihniyeti de lanetliyorum çünkü İran’ın bugün Müslümanlara yaptığı zulmün bir sebebi de kendisine hayran bu basiretsiz Müslüman kitledir.
İmdi…
Daha büyük bir tehdit ve daha şedid basiretsizlik gördüğüm ikinci sınıfa birkaç kelam etmek niyetindeyim. Aldığınız burslar, panellerine gittiğiniz vakıflar, ders aldığınız hocalar vesilesiyle dünyayı Suud gözlüğüyle görmeye başlayan arkadaşlar, dinleyiniz ve bir an evvel tarihin sesine kulak veriniz! Kiminiz artık bürokratsınız, kiminiz gazetecisiniz, kiminiz uzmansınız ama çoğunuz Suudculuk’a her şeye rağmen devam ediyorsunuz. Suriye’ye, Irak’a, Mısır’a, Libya’ya, Yemen’e dair politikalarımızı belirlerken Sultan Abdülhamid’in neden düşürüldüğünü bilmek, bütün adımlarınızı buna göre atmak zorundasınız. Göz göre göre gelen bir tehditle karşı karşıyayız. Yüz sene evvel İngilizler Şerif Hüseyin’i Halife yapmak, Şerif ailesi üzerinden bütün coğrafyayı dizayn etmek istedilerse bugün de ABD, Suudlar aracılığıyla sessiz ve derinden bir siyaset yürütüyor. Rumeli’de, Kafkasya’da, Asya’da açıktan gördüğünüz bu çalışmaları, savaşın ateşi arasında çok hissedemiyoruz. Ancak önce Mısır’ın, sonra Türkiye’nin denklemden çıkarılması, İran’ın karşısında Suudların öne sürülmesi, sıradan bir harita değişikliğinin değil, “ABD’nin istediği gibi bir İslam’ın” yerleştirilme çabasının işaretleri… Türk-İslam medeniyetine karşı duruşunuz, Amerikan-İslam medeniyeti adlı, İslam’dan ve Sünnet’ten koparılmış başka bir projeye kapı açıyor. Petrol paralarının satın aldığı tarikatlar, cemaatler, hocalar, vakıflar, gazeteler, dergi ve yayınevleri aracılığıyla Irak’ta, Suriye’de, Mısır’da, Türkiye’de derinden bir savaş yürüyor. Bu savaşın tek amacı tarihte Sünni dünyanın lideri olmuş Türkiye’yi İslam dünyasının etkisiz bir parçası haline getirmek.
Türkiye ile Rusya arasındaki yakınlaşmanın, ABD tarafından Türkiye’ye verilen “Asya’ya sizin üzerinizden açılalım, Türki cumhuriyetlerde yeni bir süreç başlatalım” tezinin Ankara tarafından reddedilmesi olduğunu düşünen bu kardeşiniz, 15 Temmuz Darbesi girişiminin de iş bu sebeple gerçekleştiğine inanıyor. (başka bir yazının konusu olacak)
Maalesef son dönemde Türklük ve eski Türkçülükle ilgisi olmayan yeni tarz bir Türkçülük, İslam ve eski İslamcılıkla hiç bağdaşmayan yeni tarz bir İslamcılık Türkiye’de ve Orta Asya’da zemin buluyor. Bu projelerin sahipleri Türk değil, Müslüman değil. Yıllarca Komünist olduğunu söylediği halde Dolar ile satın alınıp Amerikancılık oynayan bazı (sözde) Solcularımız kadar, Dolar ile Amerikancılık rüyasında yaşayan İslamcılarımız’a geçit vermemek, İslam’ın beşinci şartından sonrasına eklenmesi gereken temel vazifelerimizden biridir.
Bu yazı, yukarıdaki projenin ana hedeflerinden olan ve genç yaşında suistimal edilmek istenen Ak Partili ve Ülkücü kardeşlerimize, ülkenin muhafazakar gençliğine yazılmış bir dertleşmedir.
Selman KAYABAŞI

La galibe illallah!

Göklerden gelen bir karar vardır diyoya şair. Olay bu:
"Genelde Türk'ler horoz misali , tavukmu yumurtandan , yumurtami tavuktan fazla takilmaz "ben koyar geçerim" gardaş der konuyu kapatır. Bazı arkadaşlarımız ayrıntıya çok takılıyor .Yok Rusyanin gemisi , yok amerikanin uçağı. Bana bak aslanım , senin övdüğün amerikanin uçağı arşın üstünde ucabiliyor mu? Ucamiyor. Ovdugun amerika bir sinege kanat yapabiliyor mu? Yapamıyor. He işte biz yapandan taraftayiz uzatma mevzuyu."

Muhsin Başkan ve BBP

Yine söylüyorum; Muhsin Yazicioglu sıradan bir parti lideri değildi ve BBP'yi de iktidar olma hevesiyle kurmamistir. Iktidar hayali olan biri seçim meydanında secmenlere bir oy için birbirinizi üzmeyin gibi telkinlerde bulunmaz. Muhsin Yazicioglu ismi,hükümeti arka planda yöneten "DEVLET" mekanizması içinde önemli görevleri bulunan, BBP'yi parti lideri sıfatıyla ülke siyasetinde söz sahibi olmak için kullanan, geri planda bir basbakandan daha fazla görev üstlenen "DEVLET ADAMIDIR". Diriliş Ertuğrul dizisini izleyenler için "Artuk Bey=Muhsin Yazicioglu" gibi düşünebiliriz. Benim düşüncem bu şekilde.

Muhsin Başkan'ın Alperenleri

1992 senesiydi,Yaz tatili için ailecek Malatya'da bulunuyorduk. Merhum Muhsin Yazıcıoğlu'nun şehre geleceği ve bir konuşma yapacağı haberi geldi. Büyüklerimizle beraber eski evimizin bulunduğu Kernek Parkı'na gittik heyecanla. Akşam Muhsin ağabey geldi. Güzel güzel MHP-MÇP den neden ayrıldığını anlatmaya başladı. Fakat ne çare, biraz sonra partili bir grup parkın etrafını sardı. Tam provakasyon ortamı. Dönüp duruyorlar dinleyicilerin etrafında. Rahat 1000-1500 dinleyici var. Neyse Muhsin ağabey sakın karışmayın, ne derlerse desinler dedi. Neyse onlar bağırır merhum konuşur biz dinlerken birden adeta dondu, gözleri buğulandı, sustu. Çünkü grup ayrılışını protesto ederken bir slogan atmaya başlamıştı. "SATILMIŞ MUHSİN !" Birkaç daha tekrar ettiler. Muhsin ağabey gür bir ses ile "Evet... dedi. Satılmış, satmış bir adam var karşınızda. Kanımı sattım, kan sattırdım ben!" Bir anda o grup dahil herkes dona kaldı. Sessizlik. Sonra devam etti: Ben Ülkü ocakları genel başkanıydım dedi, (sene 1970'bilmem kaç) Genel Başkanımız çeşitli görüşmeler için devlet ricaline gidiyordu dedi. C. Başkanlığı meclis vs. Ancak altındaki arabası eski model, diğerlerinden çok aşağı durumda. Bizim gönlümüz buna razı gelmedi. Bir kan kampanyası başlamıştı. İşte şu kadar kan bağışlayana şu kadar destek filan diye. Birlik olduk. Herkese duyurduk. Önce ben verdim, ben sattım kanımı sonra bütün teşkilatım. Topladık biliyormusunuz yeterli parayı ve genel başkanımızın (merhum Türkeş) altına o zamanın en iyi arabasını çektik. Evet satılmış biriyim kanımı sattım deyince... Dağıldı gitti o edebsiz güruh. 21 yaşındaydım. Babam yanımdaydı(Timurtaş Hoca). Herkesin gözü doldu. Babam dedi ki bu kardeşe bizden fazla çektirdiler. Tabutlukta tuttular beş sene zalimler dedi. Öyle hüzünlü ayrıldık. Allah cümlesine Rahmet eylesin. Kıymeti bilinemedi. Bilemedik.

Tarık Yusuf Uçar / Timurtaş Hocanın Oğlu



Zamanında Muhsin başkanın MHP'den ayrılış sürecinde yediği haksız yaftalarin aynısını bugün yiyenlerdir Muhsin Yazicioglu'nun gerçek Alperenler'i! Heyhat ağaca dayanma kurur,insana dayanma ölür, dayanirsan Hakk'a dayan!
Gece gece kafama takıldı arkadaş; Bu FETÖ örgütü 1969’da kurulmuş. 1969’dan bu yana devlet kadrolarına çöreklenmişler. Son 14 yılı çıkart, bundan evvelki 34 yılda 23 hükümet ve 9 farklı başbakan görev almış. Neden bu kadar hükümetten hiçbirinin bu FETÖ’yle mücadele etmediği konuşulmuyor?! Kimse bana bu hükümetlerin FETÖ’den haberi yoktu demesin. Eğer haberleri yoksa bu ayrı bir facia, 34 yıl Yaradan’ın lütfüyla ayakta kalmışız demektir. Hal böyleyken aklıma şu deli sorular geliyor:
1- Acaba bu hükümetler de mi badem bıyıklıydı?(Zannetmiyorum)
2- FETÖ’yle mücadeleye cesaret mi edemediler?(İhtimal dahilinde. Bizi boyle basiretsiz hükümetlerin yönettiğini düşünmek ürkütücü!)
3- Bu hükümetler Gladio’nun kontrolündeydi de FETÖ de bizzat Gladio’nun çocuğu olduğu için mi FETÖ’ye göz yumdular!(Kuvvetli ihtimal)
4- Bu 48 yıl içerisinde ilk defa FETÖ’ye ‘HÖTT!!’ diyen Erdoğan isminden rahatsız olan bu kadar insan FETO’nun müridi(!) mi?(KomikJ Tabiki değil!)
5- 34 yılda FETÖ’ye gıkını çıkarmamış bu 23 hükümetin FETÖ’yle bir çıkar ilişkisi mi var? Mesela iktidar olma gibi!(İhtimal dahilinde)
Düşündükçe sorular çoğalıyor, uykularım kaçıyor!
Bu arada bu yazı için son 1969-2003 arasında görev almış hükümetlere bakıyım dedim. 34 yılda kaç hükümet geçmiş olabilir ki,olsun olsun 10 hükümet dedim. Ama 34 yılda 23 hükümet değişmiş,hatta güvenoyu alamayanları da dahil edersek 27 (yazıyla: YİRMİ YEDİ!!!) hükümet eskitmişiz. 27 hükümet, bu süreçte yaşananlar ve bu süreçte ülkenin hali! Bu araştırma iyi oldu, referandumda vereceğim oyun rengine katkı sağladı ;)
Feto orgutuyle ilgili kilit isimlerden biri Kaşif KOZINOGLU!
Fetonun en aktif olduğu saha olan Asya bölgesinde MİT'in baş musaviri olarak görev yaparken fetocu savcilarca içeri alınıp icerde infaz edildi. Fetonun içeri aldığı yüzlerce isim içerisinde bu adamı infaz etmesi dahi bu adamın ne kadar kilit bir isim olduğunu kanıtlıyor. Kozinoglu'nun gizli notlari içerisinde yer alan bir ifade:"gülen ve RTE başından beri birbirini sevmiyordu!aralarındaki savaşın başlaması muhtemeldir ki başkanlık sisteminin ortaya atilmasiyla patlak verecek!" Kozinoglu bu notları düşerken 17-25 aralıktan önceydi. Bize "dersanelerin kapatılması" olarak yansitilan bu savaşın başlangıcında başkanlık sistemi olduğu görülüyor. Burdan şunu anlayabilir mıyız: feto yani dolaylı olarak ABD, Türkiye'de başkanlık sistemini istemiyor!

KOR KURT- Selman Kayabaşı'nın Son Kitabı

Kitap Tavsiyesi

Dünyadaki siyasi düzeni daha iyi anlamak için Selman (KAYABAŞI) Hocanın kitaplarını okumak gerek ;)

Büyükanne maaşı... "İşe değil yapana bakıp değerlendirmede bulunan kesim" bunu referandum yatırımı olarak değerlendirse de ben eğitimci gözüyle baktığımda "büyükanne maaşı" uygulamasını çok faydalı bir uygulama olarak düşünüyorum. Nine-dede yanında büyüyen nesillerin sağlıklı nesiller olduğu görüşündeyim. Fakat olacakları size söyleyim; adam gider annesi ya da kayınvalidesi adına büyükanne maaşına başvurur, aldığı parayı bakıcıya verir ve çocuğunu bakıcıya baktırır! Bu art niyetli vak'aları fark eden devlet de bu güzel uygulamadan vazgeçer ve bir güzel uygulama daha tarihe gömülür! Biz ne uygulamaları tarihe gömmüşuz😊
Nasıl küfrün karşısında dimdik ve bazen de bacak bacak üstüne atıp karşısındakini duruşuyla eziyorsa Mevla'nin huzurunda da aciz bir hizmetkar gibi duran "BAŞKAN"! Ben milliyetci bir vatandaş olarak niye bu lidere destek vermeyeyim ki. Ya da benim bu lidere destek verecek olmam ebedi lider Muhsin Başkanı inkar ettiğim, O'na ihanet ettiğim anlamına mı gelir! Tek devlet, Tek millet, Tek bayrak, Tek vatan - Ben Türküm Türk devletsiz olmaz, Ben Türküm Türk bayraksiz olmaz, Ben Türküm Türk vatansiz olmaz... Aynı şeyleri haykirmiyorlar mi!

Ben de Muhsin yazicioglunun fikriyatina tabi bir milliyetçi olarak bugün şunu çok net görüyorum ki günümüz ülkücü geçinen kesimin büyük bir kısmının gözünü "ülkü sevdası" o kadar bürümüş ki, bu sevda gözlere mil çekmiş, ülkünun ne olduğu unutulmuş, yazık! Benim için ülkü ne bir parti ne bir şahıs ne de bir şahsa kayıtsız şartsız muhalefet olmaktır! Ülkü, nizam-ı alem için ilayi kelimetullah'tır. Ben partiyle şahısla ilgilenmem,beni bu ülküye götürüp goturmemesiyle ilgilenirim.