12 Eylül 2018 Çarşamba

Eleştirirken dikkatli olalım!

"Yiyin yiyin haram yiyin , kul hakkı yiyin ama dikkat edin sağ elle yiyin !"
Bu nasıl bir ifadedir!
Muhafazakar görünümlü münafıkların yedikleri haltlari eleştirirken dini değerleri (sağ elle yemek gibi) kullanmak nedir arkadaş! Eleştiriyim derken değerlere verdiğiniz zararın farkında mısınız!

İstiklal Marşının Bestesi...

"En büyük üzüntüm bu emsalsiz marşın (İstiklal Marşı) hakiki manasını yüreklere nakşedecek bir bestenin bulunamamış olmasıdır. O beste ile güftenin birbirini tamamlaması çok önemlidir. Burada bestekarlara büyük iş düşüyor. Temenni ediyoruz ki o da çıkar. Mehmet Akif Ersoy'a bir kez daha Allah'tan rahmet diliyorum."
İstiklal Marşı'nın bu halini söylerken de tüylerim diken diken oluyor ama neden Türk ezgileriyle değil de batı ezgileriyle bu marşı okuyoruz diye hep düşünüyordum.
Ulan sonra da diyorlar ki Tayyipci mi oldun. Napiyim adam duygularima tercüman olmuş, ben bunları Tayyip Erdoğan'ı tanimazdan önce de düşünürdüm. Bence Tayyip Erdoğan "Ali'ci" olmuş😁

O DONDU BİZ YANDIK!

O DONDU BİZ YANDIK , MUHSİN YAZICIOĞLUN'U VEFAT YILDÖNÜMÜNDE RAHMETLE ANIYORUZ
GÖZE GÖZ DİŞE DİŞ...
Sivaslı Muhsin, Orta Asya Türkü'nün narına yanarken, Anadolu'nun gitmekte olduğunu görür, derdi tasası artar. Sol baskılar karşısında bunalan Anadolu çocuklarının yardımına koşar. Göze göz, dişe diş bir mücadele...
GENÇLERİ ŞİDDETTEN UZAK TUTAR
Mamak'ta türlü işkencelere maruz kalan Muhsin Yazıcıoğlu, Ülkücüleri şiddetten uzak tutar. Gençler takva yolunun yolcusu olur, artık Alperen'dir onlar. Ellidört doğumlu bir Anadolu çocuğu... Yiğidin harman olduğu yerden... Şarkışla'dan! Kendi halinde bir çiftçi ailesinin ferdidir. Aslında akranları gibi buğday fiyatından, traktör lastiğinden, Tarım Kooperatifinin tekaüd müdüründen konuşması lazımdır ama o uzak ufuklara yelken açar. Aklı taaa Asya bozkırlarında dolanır durur, esir Türklerle yatar, esir Türklerle kalkar. Zaman zaman lambalı radyodan Azeri spikerin sesini yakalar. "Umulur ki hava seherin bazı hisselerinde yağışlı ola..." Diyeceksiniz ki ne var bunda? Bizim ele kar yağıyor kardaşım... Bir hislenir bir hislenir, dokunsan ağlayacak. Bu prangalar nasıl kırılır? Kazak'la, Kırgız'la ne vahıt kucaklaşırlar? * * * Takdirlik bir talebedir. Ortayı liseyi rahat bitirir. Kursa ney gitmeden Veteriner Fakültesi'ni de kazanır (1972). Ver elini Ankara! Türk solu hayli dinamiktir o yıllarda. Yetişmiş adamları, gözü kara savaşçıları, darağacına yürümüş kahramanları vardır. Sendikaları, üniversiteleri onlardan sorarlar. Maarif, medya desen ona keza... Ülkenin yarısı kurtarılmış bölgedir, adamı evinden alır, halk mahkemelerine çıkarırlar. İcabında kalem kırar, infaz yaparlar. Fütursuz ve korkusuzdurlar, sakınmadan kızıl bayrak açar, göstere göstere orak çekiç taşırlar. Tuhaftır ama en hızlı militanlar sahil şeridinden, zengin semtlerinden çıkar, burjuva çocukları pahalı cafelerde oturup proleter kurtarırlar.
DEVRİME ÇEYREK KALA
Şimdi diyelim üniversiteyi kazandınız, tarafsız kalma gibi bir şansınız yoktur asla. Size mektebe hakim olan örgütün borusunu çaldırırlar. Öyle görüneyim, "mış gibi" yapayım deseniz de yutmazlar. Memleketinize mahallenize uzanır, şecerenizi çıkarırlar. Zaten öğrenci büroları ellerindedir, evraklarınızı çoktaaan karıştırmıştırlar. Günün birinde bıyıkları ağzına sarkan parkalılar etrafınızı çevirir, elebaşı işaret parmağını göğsünüze basar ve tükürüğünü saça saça haykırır "Arkadaşım! Sen artık gelmiyorsun okula!" Halbuki o fakülteyi kazanabilmek için kaç koca yıl çalışmışsınızdır. Sesiniz çıkmaz. Dövüşemezsin, kaçamazsın, kampüsler uçsuz bucaksızdır zira. Ah dersin yanımda yürekli bilekli bir ağabey olsa! Sivaslı Muhsin, Orta Asya Türkü'nün narına yanarken, kendini bir yangının içinde bulur. Sol baskılar karşısında bunalan Anadolu çocuklarının yardımına koşar. Göze göz, dişe diş bir mücadele... Kavgaysa kavga! Saftır, samimidir, makam mansıp beklemeden çalışır. Etrafındaki halka hızla genişler ve gün gelir başkan olur Ülkü Ocaklarına (1978). Onun döneminde gözle görülen bir değişim yaşanır. ÜGD, partinin gençlik kolu olmaktan çıkar. Evet yine seminerler düzenlenir ama eskisi gibi dokuz ışık ve tarım kentler anlatılmaz. Doktrin umurlarında değildir, artık Alperen'dir onlar. Ecdad gibi Derviş Gazilerin ardına takılmalı, ulemanın eteğine yapışmalıdırlar. Ülkücüler Ahmet Yesevi Hazretleri ile o dönemde tanışır. Ahmed-i Bedevi, Ahmed-i Rıfai, Ahmed-i Siyahi, Ahmed-i Bican, Ahmed-i Cüzeyri, Ahmed Namık-ı Cami, Ahmed ibni Kemalpaşa... Biliyor musunuz bütün bu kapıları da bir Ahmed aralar onlara, Seyyid Ahmed Arvasi Hoca! Muhsin, başkan olduğu dönemde duvarlara "Ya kan kusturacağız! Ya tam susturacağız" yazdırmaz, gençler büyük bir heyecanla "Kanımız aksa da zafer İslam'ın!" diye haykırırlar. Onun ürettiği ve öğrettiği sloganlar buram buram ecdad kokar. "Çağrımız İslam'da dirilişedir!" "Ya Allah! Bismillah! Allahuekber!" "Ülkümüz köklerde dalgalanan bir bayrak Allah huzurunda eğiliriz biz ancak!"
DİN ÖNE KİN ARKAYA
Öğrenci yurtlarında değişim daha net izlenir. Her cuma gecesi enbiyanın, evliyanın, sülehanın, şühedanın ruhlarına Yasin-i şerif okunur, hep birlikte el açar yanık duaları fatihalarla taçlandırırlar. Kanları kaynayan delikanlılar okeye, bilardoya gitmez olur, bir bilenin önünde diz kırar, elifbalarını açarlar. Be üstün beee! Be esre biii! Be ötre büüü! Be, bi, bü!... Çıkmış Kur'an bülbülleriii... Seher vakti merdiven boşluklarında ezan okunur ve koridorlar terlik sesinden geçilmez olur bir anda. Bir zamanlar namazlarını merdiven altlarında kılanlar yurdun ya da fakültenin en büyük, en aydınlık, en ferah odasını mescid yapar. Sayıları katlana katlana artar, saflara sığmaz olurlar. Büyük bir dönüşümdür bu, yıllardır kuru doktrinlerle oyalanan Anadolu çocukları kendini bulur ayan beyan. İşte 12 Eylül darbesi tam da o günlerde patlar. AH O MAMAK! Ordumuz görünüşte memleketi Marksist bir ihtilalin eşiğinden kurtarmıştır. Ancak milliyetçileri de unutmaz. "Bir soldan bir sağdan" mantığı ile gencecik fidanları ipe yollar. Yeşili seviyorlar canım, darağacı da bir ağaç sonunda... Ama biz orak çekice karşı nazlı hilali dalgalandırmıştık. Dalgalandırmasaydınız! Arkadaşlarımız vurulurken, okullar, yurtlar işgal olunurken... Karışmayacaktınız! Hasılı devlet, "devlet-i ebed müddet" terimini terennüm edenlere hiiç acımaz. Alayını toplar, zindanlara tıkar. Başkan sinyali almış olmalıdır, ilk furyada yakalanmaz. Hatta rahmetli Türkeş'ten haber gelir "yurt dışına çıksın ilerde ihtiyacımız olacak!" Muhsin bu! Arkadaşları küflü izbelerde kan terlerken, yurt dışına nasıl kaçar? Kulağında bir marş dalgalanmakta... Halbuki yoldaşını, bırakıp kaçanların!.. Değişiriz topunu bir sokak kaltağına!.. Hem ortadan kaybolmayı gerektirecek bir suçu yoktur ki. Silah kullanmamış, kullandırtmamıştır da. Uzatmayalım çember daralır daralır ve malum beyler kapıyı çalar. Haber manşetlerde! Sütun sütun, çarşaf çarşaf... Sanki Van canavarını yakalamışlar.
İNDAN İKİ HECE
Savaş mahkûmu gibi gözlerini bağlar, ikide bir araba değiştirir, hollywoodvari metodlarla merkeze alırlar. Bir nizamiyede indirildiğini hisseder, "Papuçlarını çıkart!" Çıkarır. "Çoraplarnı da!" Bir anda tekmelemeye başlarlar. Hayatı boyunca korku diye bir duygu tanımayan Muhsin yelkeni suya indirmez, diklenmeye kalkar. Ta ki ensesine dipçik yiyene kadar. Alnı yere çarpar, üstü başı serapa kan. İçeri sokar sokmaz sorguya alırlar. Bildiği bir şey yoktur, hoş bilse de konuşmaz. Sen misin susan? El ve ayak parmaklarına kablolar bağlar, yüklenirler manyetoya. Bakarlar etkilenmiyor, çırılçıplak soyarlar. Ne zaman ki haya duygusuyla yüzü kızarır, beylere malzeme çıkar. Omzuna bir kalas koyar, kollarından bağlar, tavanda sallandırırlar. Kablolar tekrar bağlanır bu defa ceryan direkt tenasül uzvundan. Ekmek yok, yemek yok. Sürekli ıslatırlar ama su içmek kesinlikle yasak zira elektrik verilince iç kanamalar olabilir ve ölünüz kimseye yaramaz. Elektrikli işkence öyle dayanılmaz bir hararet yapar ki, tuvalete giden yerdeki birikintileri yalar. Mamak'ta rütbesiz erlere bile komutanım demek zorundadırlar, onların adı ise landır. Sadece "Lan!" Falaka sıradan bir eziyettir. Maksat spor olsun bilek kalınlığında değneklerle girişip ter atarlar. Muhsin gün boyu bir dal maydonaza bakar, ya da yarısı kıtlanmış çarlistona. Zira yer beyazdır gök beyaz. Beyaz florasan, beyaz parmaklıklar, beyaz badana... Bir süre sonra gözünüzün önünde beyaz beyaz kelebekler uçuşmaya başlar ki buna "kar körlüğü" diyorlar.
MEKTUP SORUNCA
Bir defasında sorma gafletinde bulunur "annemden mektup var mı acaba?" Sen kimsin lan? Hesap mı soruyon? Elini aç. Açar, vurur vurur vurur değnek kıralasıya... Ertesi gün yine aynı er. Ağzından kaçar "Annemden mekt...." - Aç lan elini! Sen uslanmıycan. Biri zaten zedelidir, öbürünü uzatır. - Hayır onu değil şiş olanı! Dayanılası değildir, basınçtan tırnakları düşe, parmakları patlayayazar. Biliyor musunuz? Muhsin Başkan o eri yıllar sonra bir benzin istasyonunda görür. Hem de Yozgat'ta! Garsona seslenir "bir tatlı götür şu masaya!" Çocuk önüne konan tabağa boş boş bakar. "Kim yolladı bunu bana?" "Arkanda!" Çocuk başkanı tanır. Koşar eline kapanır. Abi ben ettim sen yapma! Muhsin dostça kucaklar, "geçmiş geçmişte kaldı" der, "kafana takma. Ye tatlını, yoluna git sağlıcakla!" Cildi aslında böylesine bozuk değildir. Yanağındaki pütürler söndürülen izmaritlerin izidir. İşkencecilerin tek tek adlarını adreslerini bilir ama ne sıkıştırır, ne de dava açar haklarında. İki yüzü de Yunustur onun, ah bir yüzü Yavuz olsa!
VEKİLİN ALLAH OLURSA
Sırtımız bir gün yatağa değmese jetlak oluyoruz, kimyamız bozuluyor. Muhsin'i tam 21 gün sandalyeye bağlı tutarlar. Garibim namazlarını ima ile kılar. Acıya dayanıklı bir bünyesi vardır, ayaklarının altından cerahatler aksa da yılmaz, yıkılmaz, yalvarmaz. Lâkin kardeşlerine yapılanlara dayanamaz. Bu yüzden ona işkence seyrettirir, keyiflerine keyif katarlar. Her gün değişik biri gelir olmadık suçları üstüne atar. "Konuş kurtul!" O kimseyi suçlamaz ama onu suçlayan bir genç çıkar. "Bu baskını Muhsin Başkanın emri ile yaptım" der açıkça... Heyet mal bulmuş gibi atlar, sanki oradaymış gibi ballandırırlar. Çocuk bir fırsatını bulduğunda "özür dilerim abi" diye fısıldar, "Böyle konuşmak zorundayım. Bacağımdaki yarayı deşiyorlar, korkarım kangren olacak!" Şimdi kızsın mı, acısın mı? Ama işin şakası yok, idamını istiyorlar. Boynunu büker ellerini açar. "Hasbünallahi venimel vekil..." Allah için öldükten sonra... Ha yorganda olmuş ha urganda... Aynı çocuk mahkemede müthiş bir savunma yapar "zikr olunan tarihlerde gözaltında olduğunu" ispatlayan kağıdı gözlerine sokar. Savcıyı ne biçim tongaya bastırmıştır ama.. Dava düşer ama Muhsin'i salmazlar. Hücre çekilecek gibi değildir, 2.5 metrelik deliği bir Dev-Yol lideri (Nasuh Mitap) ile paylaşırlar. Bir kere bile hır niza çıkmaz, kodes arkadaşını korur kollar. Neticede o da etten kandan, insan ya insan!
MEDRESE-İ YUSUFİYE
Ara sıra alır kafese kapatırlar. Burada dimdik duracak, sadece tavana bakacaksın. Hazır ol! Rahat! Uygun adım marş! Ayağın mı tutmadı yat! Jop, kayış, sopa... Hey sen İzmir Marşını söyle. Tamam şimdi İstiklal Marşına başla! O marş için canını verir hâlbuki, iyi de böyle olmaz ki ama... Tuvalete giderken bile merasim adımı... Sol, sol... Sol, saa, sol! Askerler özellikle sosyalistler arasından seçilmiştir, ki terhis olunca anlatsınlar. "Aga Muhsin faşistini bi süründürmüşüm sorma!" Yemek ağza alınmayacak kadar özensizdir, nerde kokmuş ekşimiş varsa kazana... Kaplar pis mi pis, adeta iğrendirmeye çalışırlar. Kendi karavanadan yer ama arkadaşlarına kantinden ısmarlar. Hazıra dağ mı dayanır, neticede para biter, çay bile söyleyemez olurlar. Ama adları sanları vardır, madara olmayacaklardır. Kalkar "bundan böyle bizim çayımız da ince belli bardakla verilsin yoksa..." Kabul edilmez. "İçmiyoruz o zaman!" Sureta boykot... Bunca komünistin içinde "mangır kalmadı" diyecek değildir ya. Zaman zaman Avrupa'dan komiteler gelir işkence iddialarını soruştururlar. İçlerinden biri bile çıkıp devleti yabancıya şikayet etmez, kol kırılır yen içinde kalır o hesap. Muhsin Beye isnat edilen suçlar mesnetsizdir Avukatı Şerafeddin Yılmaz tahliye istemeye hazırlanır. "Aman abi" der "sakın ha! Ben çıkarsam bu çocuklar yıkılırlar. Zindanda olduklarını anlayamadılar daha..." Dağ gibi bir insandır o. Hani büyüklüğü çıktıkça anlaşılanlardan... Öyle anaya can feda Ortaokul yıllarında babası bir şeye kızıyor. "Sana artık okul mokul yok, yarından tezi yok tarlaya!" Sabah çifte çubuğa çıkacaklar. Anne diz çökmüş kapıda "Efendi Muhsinimi okula yolla. O güzel şeyler yapacak. Bak seni Allaha havale ederim yoksa!" Hanımını bilmez mi? Gönlü yanıklardan. Ellerini açtırmaya gelmez. Ahı tutar mı tutar. Gülenler ağlayanlar Yıllar sonra arkadaşlarıyla bir araya gelir eskilerden anlatırlar. Güle güle ölürler, kahkahaları dışarı taşar. Konuklar ayrıldıktan sonra hanımı sorar. "Neydi o muhabbet öyle?" - Hiiiç... Mamak hatıralarını anlattık da... - O sizi güldüren şeyler, bizi ne kadar ağlattı biliyor musun zamanında! Hayırdır inşaallah Ölümünden evvel sevenlerinden biri geliyor. "Sizi rüyamda gördüm başkan" diyor "helikopteriniz havada paramparça..." Gülüyor: "Hayra yor, hayra!" Tek hayır geliyor aklıma... Şehittir inşaallah! " alıntıdır."

MUHSİN BAŞKAN’IN KATİLİ SENSİN, SEN!.

MUHSİN BAŞKAN’IN KATİLİ SENSİN, SEN!..
Rahmetli Başkan’ın bir ömür boyu mücadelesini verdiği Dâvası sebebiyle bedenini ortadan kaldırmak isteyen hem içte, hem dışta onlarca katil sayılabilir…
Bedenine suikastı kimin düzenlediğini kesin olarak bilmesem de, kesin olarak bildiğim şey, Muhsinci edalarla, O’nu bağlı olduğu ve mücadelesini verdiği Ruh Kökünden kopararak uluSOLculuğa bağlamaya çalışan, böylece Dâvasına suikast düzenleyen KATİL, SENSİN SEN!..
O, Üstad Necip Fâzıl ve Seyyid Ahmed Arvasi Hoca çizgisinde bir Dâva anlayışına sahip, tasavvuf erbabı, Ehl-i Sünnet bir Müslümandı. Muhsinci kisveyle O’nun uğruna şehadet şerbeti içtiği Dâvasına karşı çıkan KATİL, SENSİN SEN!..
HATIRASINI YAŞATMAYA ÇIKIYORMUŞ GİBİ YAPIP, RUHUNU ÖLDÜRMEYE ÇALIŞAN KATİL, SENSİN SEN!
SEN, BEDENİNE KIYANDAN DAHA ÂDÎ BİR KATİLSİN!..
Bedenine suikast yapanlar kim mi? 15 Temmuzda Milleti bombalayan katil pilot kimse, helikopteri düşüren katil de odur. Pilot ve kaldırılan Özel Yetkili Mahkemenin hâkimi ve Savcısı FETÖ’ye, FETÖ de Amerika’ya bağlıdır… Suikastın azmettiricisi Amerika, tetikçisi FETÖ’dür… ( Değerli büyüğüm Veysel Aslantaş hocamdan Allah razı olsun, çok güzel ifade etmiş)


Muhalefet olmak...!

Her dönem muhalif olmak daha karizmatik bir durum olmuştur, mahallenin korkusuz abisi gibi. Çünkü muhalif olmamak demek "yalakalık, cikarcilik" demek oluyor bizde. Sırf bu yüzden bilinçsizce muhalefet yapan o kadar insan var ki. En sonunda Muhalefet Halk Parti diye bı parti kuracağım, iktidar olurum ama ilerisini parlak görmüyorum 😁

Serdar-ı Hakan...!

Beni indirmeye çalışanlar benden sonra bu devleti 10 yıl ayakta tutabilirse 100 yıl saysinlar. (Abdülhamid Han)
Tutamadılar!

Darbenizi Nasıl Alırsınız?!!!

"Menderes ABD'ye gitti, fabrika kurmak için para istedi. Siz Tarım ülkesi olarak devam edin diyerek para vermediler. Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan ile Rusya'ya gidip para istemeye hazırlanıyorlardı.
Üçünü de astılar" diyordu. Önceki gün 27 Mayıs'ın yıldönümüydü ve Menderes'in yanında neden sadece Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu'nun asıldığını da böylece daha yeni anlıyorduk. Rusya'ya gidene bu ülkede idam sehpası kuracak kadar onların sömürgesiydik.
Yine Demirel döneminin Sanayi Bakanlarından Abdülkerim Doğru da diyordi ki; "Gübre Fabrikası açmaya kalktım. Amerikalılar geldi. Biz veririz gübreyi. Sen fabrikasını kurma biz de seni Başbakan yapalım dediler." Bir "GÜBRE " için adamı Başbakan yapacak kudretteydiler geçmişte. Nitekim CHP'li Nihat Erim bile Başbakan olduğunu muhtıra sonrası öğreniyordu.
Demirel'in milletvekili ve danışmanı Lütfi Akdoğan "CIA Avrupa sorumlusu Demirel'in evine gelip seni indiriyoruz dedi. Demirel darbe hafif mi sert mi olacak diye sordu" şeklinde tarihi anısını paylaşıyordu bizlerle.
Devireceği Başbakanın evine memurunu yollayacak kadar güçlüydüler bu ülkede.
Başbakanımız, CIA memuruna "Hafif mi sert mi indireceksiniz beni" diye soracak kadar hafifleştirilmişti bu topraklarda."

Cola Turka..!

Yıl 2003, Türkler kendi "COLA"sını üretiyor. Düşünsene Amerika'ya, İsrail'e ilk kafa tutuşumuz! Millet dilden dile gururla konuşuyor;"Cola Turka diye bir Cola çıkmış, hem de Türk!" İlk Cola Turka reklamının yayınlanacağı anı çok iyi hatırlıyorum, tüm kanallar aynı anda reklama girmiş tüm kanallarda bu reklam. Herkes Amerikalı'nin Türkçe konuşup Cola Turka içişini gururla izliyor. Tabi milenyum nesli hatırlamaz. O milenyum nesli ne gördü ki. Biz Cola Turka'yi gururla anlatırken onlar yerli silah tank top tüfek otomobili beğenmeyip Cumhurbaşkanı'na hırsız diye paylaşımlar yapıyor! Ha bu arada biz bu ülkede dönemin devlet büyüğünün resminin tuvalette bulunmasıyla çalkalandığı günleri de yaşadık! Yine de sorsalar o günlere dönmeyi ben isterim, düşünsene hastanede,devlet dairelerinde, otobüste, ulaşımda, bakkalda her yerde bı kuyruk,bir kargaşa her yer maceralarla dolu! Hele ara sıra sokağa çıkma yasağı olurdu, kapı dışarı adım atanı nezarete götürürler, heyecana bak! Ben o günlere dönmeyi isterim çünkü 90larda çocuktum, ama babam dedem ister mi onu bilmem! 😊

Kanalistanbul..!

Muhalefetin iptal etmeyi planladığı KANALİSTANBUL'un yapım amacı;
Montrö anlaşmasında gözden kaçan
"Başka bir su yolu olmadığı için boğazlardan her türlü geçiş serbesttir."
Başka bir su yolu yapılırsa geçiş tercihli ve ücretli olacak.
Yine anlamadıysan daha açık konuşuyum muhalif kardeşim; Yabancı gemilerin geçişini KANALİSTANBUL'dan sağlayıp "boğaz" gibi bir nimeti kullanmaya başlayacağız.
Biraz daha açık konuşuyum para basacağız.
Tüm bunlara rağmen bu projeyi iptal etmeyi düşünenle birlik olan muhalif insan, biraz daha açık konuşuyum mu? .... Neyse 😉 

..!

İP'li ülkücümsüler Dokuz Işık'a onuncuyu eklemiş: Ülkücü Tayyip Erdoğan'ı destekleyemez!

Şer cephesini iyi tanı Müslüman!

Şer cephesini iyi tanı Müslüman!
Bizden önce gelip geçen hangi müslümana iyi gözle baktılar ki bize de insaf nazarıyla baksınlar?
Yakın tarihimizden örnekler:
Özal, Erbakan, Türkeş, Menderes, Muhsin Yazıcıoğlu...
Necip Fazıl, Mahir İz, Serdengeçti, N. Topçu, Ahmet Arvasi, Karakoç, Beyazıt...
Mehmed Zahid Efendi, Sami Efendi, Bediüzzaman Said Efendi, Süleyman Hilmi Efendi, Hacı Veyiszade, Gönenli Mehmed Efendi, Seyyid Abdulhakim Arvasi, Seyda Muhammed Raşid Hazeratı (Allah cümlesinin sırlarını aziz ve makamlarını âlî kılsın)...
Sessiz kalarak şerlerinden korunamazsın muhafazakâr kardeşim. Sadece şerefine yakışır bir duruştan mahrum kalırsın.
Bizim tercihimiz bizden yana.
Ölüm de olsa minnet bu cana..
Ancak, kanımız da ucuz değil, biline!

TÜRKİYE'NİN EĞİTİM SORUNU NİÇİN ÇÖZÜLEMİYOR ?

TÜRKİYE'NİN EĞİTİM SORUNU NİÇİN ÇÖZÜLEMİYOR ?
BUNU ANLAMAYA YÖNELİK BİR YAZI...
Hükümet, 68 yıl önce milli eğitimi ABD’ye teslim eden Fulbright eğitim anlaşması da artık sonlandırmalıdır.
Bilindiği gibi, 1947-49 yıllarında Sovyet tehdidine karşı Türkiye’yi bölgede kullanmanın ilk adımı olan Truman doktrini ve Marshall planı çerçevesinde Türkiye’ye yaklaşık 152,5 Milyon dolar yardım yapıldı. Ne var ki bu yardım adı altında verilen paralar ağır anlaşmaları da beraberinde getirdi. ABD, bizden en mühim kurumlarımızdan biri olan “eğitimi” istedi. Çünkü Amerikan kültürünün aşılanması, zihinlerin köleleştirilmesi, uyuşturulması ve toplumda ciddi bir bilinç kaymasının yaşanması için eğitim bulunmaz bir fırsattı/araçtı.
Bu amaçla 27 Aralık 1949’da Türkiye ve ABD hükümetleri arasında eğitim komisyonu kurulması hakkında bir anlaşma imzalandı. Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tereddüt dahi etmeden bu anlaşmayı imzaladı. Anlaşmanın 1. Maddesine göre; “Komisyon’un giderleri Türkiye’nin ABD’ye olan borcundan karşılanacaktı. ABD vatandaşlarınca yapılacak öğretim ve araştırma giderlerini de biz ödeyecektik. Anlayacağınız kendi paramızla kendimizi bağımlı hale getiriyorduk!
Milli eğitim sistemini CIA’ya bağlayan bu anlaşma ile ABD, ileriye dönük stratejik bir plan yapıyordu.
5. maddesi ise korkunç; "Komisyon; 4’ü Türkiye vatandaşı, 4’ ABD vatandaşı olmak üzere 8 üyeden oluşacaktır. ABD’nin Türkiye’deki diplomatik misyon şefi, komisyonun fahri başkanı olacak ve komisyonda oyların eşit olması halinde kararı komisyon başkanı verecektir!” Komisyonun ABD vatandaşı olan 4 üyesinden 2’sinin elçilikteki CIA ajanları arasından seçildiğini söylememize gerek yok sanırım.
Bu komisyonun görevi, Türk çocuklarının ilk, orta ve lisede okuyacağı derslerin müfredatını yani programını belirlemekti. Projenin mimarı; dönemin ABD başkanı Truman’ın meşhur doktrinini “eğitim ve kültür” alanında projelendiren kişi olan senatör William Fulbright’tı. Fulbright, aynı zamanda Latin Amerika ülkelerinde de benzer projeleri ile bilinen sömürgeci bir isim.
Bugün projenin başında kızı Harriet Fulbright bulunmaktadır. 2015 yılında Amerika dışındaki ilk Fulbright Enstitüsü’nün açılışına katılmak üzere Türkiye’ye gelen Bayan Fulbright tabi ki Hürriyet’e verdiği röportajda “Türkiye’nin anahtar bir ülke olduğunu biliyorum” diyerek eğitimin önemine dikkat çekmişti.
Bakınız, 1994 yılında eğitim dünyasına giren Milli Eğitim Geliştirme Komisyonu’nun 60 personelinden 40’ı Amerikalı idi. Komisyonun başında da L.Cook isimli bir Amerikalı bulunuyordu. MEB Başdanışmanı ise Howard Reed idi. Siz şimdi buradan eğitimin ne kadar “milli” olduğunu hesap edin.
Türkiye’nin ABD’ye bağımlılığı/teslimiyeti Truman Doktrini, Marshall Planı ve Fulbright Anlaşmasıyla olmuştur. Fulbright anlaşması aynı zamanda bir CIA projesi olan FETÖ’nün eğitim dünyasına açılan bir kapısıydı.
Yıllardır güya antiemperyalist sloganlarla yeri göğü inleten solcularımız bu anlaşmayı gündemlerine bile almadı. Çünkü onların birinci gündem maddesi; fakir Anadolu çocuklarının dini inançlarıyla kavga etmekti. Kaldı ki Fulbright onların eseridir!
68 yıldır ABD Büyükelçilerinin müfredatta ve eğitim politikalarında etkin rol oynadığı bu anlaşmayla eğitim sistemimiz Amerikan kültürüne hizmet etmektedir. Ders kitaplarımızdaki Osmanlı sövgüsü boşuna değildir. Normalde hiç haç bulunmayan kulelerin bizim ders kitaplarımızda haçlarla donatılması boşuna değildir. Türk çocuklarının tarihi ve kültürel değerlerinden koparılması boşuna değildir.
Bugün bu anlaşma hala yürürlüktedir. Çünkü onlara göre “Türkiye anahtar ülke.” Fulbright'ın ülkemizden sadece 2008, 2009 ve 2010 yıllarında geleceğin liderleri olarak yetiştirilmek üzere seçtiği 100'den fazla isim yer almaktadır.
Bir ülkenin zihnini ancak eğitimle esir alabilirsiniz. Bir nesli ancak eğitimle yozlaştırabilirsiniz. Neden anlamak istemiyorsunuz, FETÖ, Fulbright eğitim anlaşmasıyla eğitim sitemine yerleştirildi. Bu anlaşmayla çocuklarımız emperyalizme göbekten bağlandı. Bu anlaşmanın artık feshedilmesi gerekmektedir. Çocuklarımızı Amerika’nın elinden kurtarın!
UFUK ÇOŞKUN
MİLAT GAZETESİ